‘’Ekonomi, siyaset ve toplumu birlikte düşünmeden sosyal politika mümkün değil’’
010’lardan itibaren ülkemizdeki diğer üniversitelerde de sosyal politikalar alanında araştırma merkezleri kurulmasında tetikleyici etkisi olan Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu son yıllarda önemli atılımlara imza attı. Bunlardan en önemlisi 2019 yılında sosyal politika alanının önde gelen kuruluşlarından olan Birleşik Krallık’taki Sosyal Politika Birliği (Social Policy Association) ile yaptığı uluslararası kurumsal iş birliği oldu. Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu bu atılımla Sosyal Politika Birliği ile kurumsal bağı olan Türkiye’deki ilk araştırma merkezi oldu. Ayrıca engellilik alanında Raoul Wallenberg Institute ile önemli bir işbirliğine imza atan Sosyal Politika Forumu bugün gelinen noktada interdisipliner araştırma ve çalışmalarla alana önemli katkılar sunarken sosyal politikanın farklı alanlarında faaliyet gösteren önemli sayıda yetkin araştırmacı yetiştiriyor.
Sosyal Politika Forumu’nun Müdürü Doç. Dr. Volkan Yılmaz ile 15.yılını geride bırakan Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu’nun çalışmaları üzerine konuştuk.
Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu (SPF) 2019 yılında 15. kuruluş yılını kutladı. SPF’nin kurulduğu günden bugüne geldiği noktayı nasıl değerlendirirsiniz?
SPF’nin kuruluş hikâyesi 2001 krizinin hemen ardından Emeritus Profesör ve halen SPF Merkezi Kurulu üyemiz olan Ayşe Buğra ve Profesör Çağlar Keyder hocalarımızın, ekonomik krizin toplumsal etkilerini inceledikleri İstanbul odaklı ve çarpıcı sonuçları olan, Yeni Yoksulluk ve Türkiye’nin Değişen Refah Rejimi başlıklı araştırmaları ile başladı. Sosyal Politika Forumu 2004 yılında iki hocamız tarafından kuruldu. Bu araştırmanın gördüğü ilgiyle beraber, sanıyorum, SPF’nin kuruluşuna katkı sağlayan bir diğer önemli faktör de hocalarımızın sosyal politika alanını önemli bir potansiyele sahip disiplinler arası bir araştırma alanı olarak tarif etmeleri ve bu alanı Boğaziçi’nde bu şekilde kurumsallaştırma niyetleriydi.
SPF’nin varlığının kurulduğu yıllardan itibaren üniversitemizdeki entelektüel ortamı nasıl zenginleştirdiğini Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans öğrencisi olduğum dönemden hatırlıyorum. O dönem Sosyal Hizmet Kulübü’ndeydim ve kulüp faaliyetleri çerçevesinde SPF ile ortak faaliyetler düzenlemiştik. Bir keresinde Bremen International Graduate School of Social Sciences’tan ve Boğaziçi’nden genç araştırmacıların sunumlar yaptığı bir öğrenci atölyesi yapmıştık. Bir de her yıl İnsan Hakları Sempozyumu düzenlerdik. 2006 yılında düzenlediğimiz sempozyuma Ayşe Buğra ve Gürol Irzık’ı Vatandaşlık Hakları ve Yoksulluk başlıklı bir panelde konuşmaları için davet etmiştik. Ne kadar ilham verici konuşmalar yaptıklarını anımsıyorum.
Bugün SPF’ye baktığımda kurumsal sürekliliğini sağlamayı ve hatırı sayılır büyüklük ve etkinlikte bir araştırmacı ağı oluşturmayı başarmış bir araştırma merkezi görüyorum. Bu yıl SPF’de sosyal politikanın farklı alanlarına odaklanan araştırmalar kapsamında toplam 10 araştırmacı çalışıyor. Bu tabii mutluluk verici.
Herhalde SPF’nin en önemli katkılarından biri sosyal politikanın farklı alanlarında faaliyet gösteren önemli sayıda yetkin araştırmacı yetiştirmesi oldu. Lisansüstü eğitimlerini sürdürürken SPF’de çalışmış ben dâhil birçok meslektaşım için SPF’de edindiğimiz araştırma deneyimi ve parçası olduğumuz akademik ortam, tez araştırmalarımızın konularını daha önce pek de çalışılmamış alanlardan seçmemizde ve bu konularda özgün araştırmalar yapabilmemizde eğitim aldığımız programlar kadar etkili oldu zannediyorum.
Geçen günlerde faaliyet raporunu hazırlarken saydık. 2020 yılına kadar Sosyal Politika Forumu’nda çalışan araştırmacılar farklı lisansüstü programlarda toplam 21 yüksek lisans ve 11 doktora tezini başarıyla tamamlamışlar. Bu epey iyi bir sayı. Bence SPF’nin etkinliğinin en önemli göstergesi de bu. SPF’de çalışmış araştırmacılar University of California, University of Massachusetts Amherst, the Max Planck Institute for the Study of Societies in Cologne ve Utrecht University gibi saygın üniversitelerde tam burslu olarak doktora eğitimi almaya hak kazanmışlar. Yıllar geçtikte SPF’nin etkisi daha da görünür oluyor. Örneğin SPF’de çalışmış araştırmacılardan bugün Dokuz Eylül ve Marmara gibi kamu üniversitelerinde ve Özyeğin ve Bilgi gibi vakıf üniversitelerinde öğretim üyesi olarak çalışan hatırı sayılır sayıda meslektaşım mevcut.
2018 yılında Lund Üniversitesi Raoul Wallenberg Enstitüsü ve Research Worldwide İstanbul ile bir işbirliği başlattınız. Bu işbirliğinin SPF adına kazanımları neler oldu ve önümüzdeki dönem neler yapmayı planlıyorsunuz?
Lund Üniversitesi Raoul Wallenberg Enstitüsü’yle gerçekleştirdiğimiz üç yıllık işbirliğinin son yılındayız. Bu ortaklık çerçevesinde iki alanda akademik faaliyetler gerçekleştirdik: sağlıkta eşitsizlikler ve engelli kişilerin insan hakları.
Sağlıkta eşitsizlikler konusu toplumların sosyal adalet duygularını en çok rahatsız eden konuların başında geliyor. Biliyorsunuz biz Sosyal Politika Yüksek Lisans Programı’nın müfredatının içinde sağlık politikaları ile ilgili bir seçmeli ders de sunuyoruz. Birçok mezunumuz da tezleriyle sağlık politikaları alanında alan yazına özgün katkılar yaptılar. Örneğin, Merve Kardelen Bilir ruh sağlığı sorunu yaşayan kişilerin gözünden Türkiye’de ruh sağlığı politikalarını, Sercan Zülfikar tütün kontrol politikalarının evrimini, Çağla Gün şehir hastanelerini ve Püren Aktaş ise hekimlerin gözünden klinik özerkliğin güncel durumunu incelediler. Bütün bu çalışmalar SPF’de oluşturulan canlı akademik ortam içinde mümkün oldu. Bu ortamın canlılığını sağlayan unsurlardan biri de sağlıkta eşitsizlikler alanında 2018 yılında üniversite içinden ve dışından katılımcılara açık bir şekilde gerçekleştirdiğimiz seminer dizisiydi. Bu seminer dizisi kapsamında University of Oxford’tan Danny Dorling, Erasmus University of Rotterdam’dan Johan Mackenbach ve Fatemeh Kokabisaghi ve Dünya Sağlık Örgütü’nden Hande Harmancı gibi önemli konukları Boğaziçi’nde ağırladık. Seminerlerde Avrupa’da sağlıkta eşitsizliklerden İran’da cinsel sağlık ve üreme sağlığı politikalarına kadar epeyce önemli konularda ufuk açıcı sunumlar dinledik.
Engelli kişilerin insan hakları konusunda ise biz öncelikle 2012-2017 yılları arasında Türkiye’de üniversitelerde engellilik alanında sosyal bilimlerde yazılmış lisansüstü tezleri inceleyen temel bir değerlendirme çalışması yaptık. Sonuç özetle şöyleydi: engelliliği konu edinen tez sayısı çok düşük, mevcut tezlerin de çok büyük bir bölümü çağdaş yaklaşımlardan ve özellikle engelli hakları yaklaşımından neredeyse hiç faydalanmamış.
Hâlbuki bu durum birçok nedenden kabul edilebilir gibi değil. Bu nedenlerden belki de en önemlisi şu: Birleşmiş Milletler Engelli Kişilerin Hakları Sözleşmesi 2006 yılında kabul edilmiş, ülkemiz sözleşmeyi bir yıl sonra imzalamış. Sözleşmeyle iç hukuku uyumlandırmak amacıyla yasalarda ve politikalarda bir takım değişiklikler gerçekleştirilmiş. Fakat tüm bu gelişmelere ve çalışılmayı bekleyen onca konuya rağmen, alan yeterince ilgi görmemiş ve mevcut lisansüstü araştırmalarının çoğunun niteliği ve dayandığı çerçeveler bu güncel gelişmelere uyum sağlamamış.
Bu ihtiyaçtan hareketle sosyal bilimler lisansüstü öğrencileri arasında engellilik alanına ilgiyi artırmak, engellilik çalışmaları alanında başta insan hakları yaklaşımı olmak üzere çağdaş yaklaşımlara ilişkin farkındalık oluşturmak ve lisansüstü araştırma kalitesini yükseltmek amacıyla her yıl iki faaliyet gerçekleştirmeye başladık. Bu faaliyetlerden ilki Engellilik Çalışmaları Güz Okulu. Güz Okulu Türkiye’de üniversitelerde yüksek lisans ya da doktora yapan ve engellilik alanında çalışan sosyal bilimler öğrencilerine açık, ücretsiz ve üç günlük bir eğitim programı. Farklı üniversitelerden meslektaşlarımızın da değerli destekleri ile başarılı iki Güz Okulu gerçekleştirdik. Türkiye’nin farklı üniversitelerinden 40’a yakın öğrenci bu okula katıldılar. Aynı zamanda yine Raoul Wallenberg Enstitüsü’yle birlikte 2018 yılından itibaren her yıl Engellilik Çalışmaları Lisansüstü Tez Ödülü vermeye başladık. Ödülü tesis etme amacımız özgün çalışmalar yürütebilecek genç akademisyen adaylarını bu alana çekecek bir teşvik oluşturmak ve bu alanda yapılan nitelikli lisansüstü tezleri ödüllendirmek.
Tüm bu çalışmalara ek olarak Enstitü her yıl Sosyal Politika yüksek lisans programına kayıt yapmaya hak kazanan, tez araştırmasını insan hakları ve sosyal politika kesişiminde bir konuda yapmayı hedefleyen bir öğrencimize iki yıl süreyle burs vermeye başladı. Şimdiden iki bursiyer öğrencimiz oldu bile. Enstitü ile ortaklık çerçevesinde lisansüstü eğitime devam etmek isteyen başarılı öğrencilere sunulan burs desteğini de çok önemli buluyorum.
Bu yıl üç yıllık işbirliğinin son yılındayız. Önümüzdeki dönemde işbirliğinin devamı ve çerçevesi ile ilgili şimdiden düşünmeye başladık. Henüz netleşmemiş olmakla birlikte önümüzdeki yıllarda Enstitü ile muhtemelen sosyal politika ve insan hakları çerçevesinde lisansüstü eğitimi güçlendirmeye yönelik çalışmaları sürdüreceğimizi düşünüyorum.
SPF’nin önemli ürünlerinden biri de herhalde Sosyal Politika Yüksek Lisans Programı. Programın mevcut durumundan bahsedebilir misiniz? Programın SPF’ye nasıl bir etkisi oldu?
Aslında SPF ve program iki ayrı akademik birim. Fakat tabi SPF’nin o dönem on yıllık birikimi olmasaydı böyle bir program da açılamazdı. Sosyal Politika Yüksek Lisans Programı, üniversitemiz bünyesinde ve Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı tezli bir 1. öğretim programı olarak 2015 yılında kuruldu. Kurulduğu günden bu yana programa 5 kez öğrenci kabul ettik. Kabul ettiğimiz öğrenci sayısı sınırlı, programa her yıl ortalama 8 öğrenci kabul ediyoruz. Biliyorsunuz üniversitemizde sosyal bilimler alanındaki tüm lisansüstü programlarımız çok güçlü programlar. Sosyal Politika programı 5 yıl boyunca başvuranların yüzde 70’inin üniversitemizdeki programlar arasındaki ilk tercihi olmuş. Bu veri bize şunu söylüyor: Bizim programa başvuran adaylar sosyal politika programını bilinçli bir biçimde tercih ediyorlar. Boğaziçi’ne öncelikle bu program için başvuruyorlar. Sosyal Politika Yüksek Lisans Programı’na başvuran öğrencilerin büyük çoğunluğunun hakikaten sosyal politika konularına ilgi duyan başarılı öğrenciler olmasından çok memnunum.
Program hem üniversitemizdeki hem de Türkiye’deki lisansüstü eğitime önemli katkılar vermeye başladı zannediyorum. Örneğin program kapsamında sosyal politikanın değişik alanlarında 20 farklı ve yeni lisansüstü ders açmışız. Bu dersler arasında Sosyal Bakım Politikaları, Çocuğun İyi Olma Hali, İnsanî Yardım ve Sağlık Politikaları gibi Türkiye’deki lisansüstü sosyal bilimler eğitimi açısından yenilikçi dersler yer aldığı gibi, Sosyal Politikacılar İçin Ekonomi ve Sosyal Politika Kuramı gibi programın disiplinler arası niteliğini kuvvetlendiren dersler de mevcut. Açılan derslere hem üniversitemizin içinden hem de ODTÜ, Koç Üniversitesi ve İTÜ gibi üniversitelerden özel öğrenci statüsü yoluyla epeyce de ilgi oldu.
Şimdiye kadar toplam 15 öğrencimizi başarıyla mezun ettik. Mezunlarımızın hepsi aldıkları eğitimi kullanabildikleri işlerde çalışıyorlar ya da lisansüstü eğitimlerine devam ediyorlar. İş hayatına atılan mezunlarımız kamuda, özel sektörde ve sivil toplum kuruluşlarında iyi pozisyonlarda çalışmaya başladılar. Özel sektör kurumları dışında mezunlarımızın çalıştıkları kurumlar arasında Birleşmiş Milletler, TÜBİTAK ve Sağlık Bakanlığı’nı sayabilirim. Lisansüstü eğitimlerine devam edenler ise tam burslu bir şekilde European University Institute ve Max Planck Institute for the Study of Societies in Cologne gibi saygın üniversitelerdeler.
Disiplinler arası bir lisansüstü program yürütmenin çok kolay olmadığını söylemeliyim. SPF’nin on yıllık deneyimi, anabilim dalında yer alan değerli meslektaşlarımın ve üniversitemizin desteği olmasaydı Sosyal Politika Yüksek Lisans Programı bu başarıyı yakalayamazdı.
Program’ın SPF’ye de çok faydası oldu tabii. Programın başarılı lisans mezunları için çekim merkezi haline gelmesi ile SPF’de çalışan genç araştırmacıların çoğu bu programın öğrencileri olmaya başladı. Ayrıca program SPF’nin araştırma alanlarındaki çeşitliliğin lisansüstü eğitim müfredatının içeriğine yansımasına da olanak sağladı.
Eşitlikçi, kapsayıcı bir sosyal politika anlayışıyla çalışmak
SPF kurucularından Emeritus Prof. Dr. Ayşe Buğra, 15. yıl kutlama etkinliğinizde Türkiye gibi son derece hızlı değişen bir ülkede, sosyal politika gibi dinamik bir alanda çalışıyor olmanın kendine özgü zorlukları olduğuna değinerek “Değişmekte olanı anlamlandırmak kolay bir iş değil; bizim buradaki avantajımız kuvvetli bir sosyal politika anlayışına ve kavrayışına sahip olmak oldu. Cinsiyet eşitliğinden yoksulluğa, çalıştığımız her alanda daha eşitlikçi ve kapsayıcı bir toplum modeli üzerinde durduk” ifadelerini kullanmıştı. Sizden de bu konuda görüşlerinizi alabilir miyiz? Türkiye gibi hızlı değişen toplumlarda sosyal politika alanında çalışmanın avantajları veya dezavantajları nelerdir? Bu değişimi takip ederken veya değişimle birlikte gelen toplumsal ihtiyaçlar ve talepleri izlerken ne gibi handikaplar söz konusu olabiliyor?
Evet, araştırmacılar için bugün sosyal politika hakikaten hareket halinde bir hedef. Sosyal politikayı ekonomi, siyaset ve toplumu bir arada düşünmeden çalışmak mümkün değil. Sizin de sözünü ettiğiniz gibi, bugün bütün bunlar birlikte değişiyorlar. Üstelik sadece Türkiye’de değil dünyanın genelinde de baş döndürücü bir hızla değişiyorlar. Bir yandan bütün bu makro değişimlerin yüzü hemen hiçbir yerde herhangi bir umuda dönük de değil. Biraz distopik bir tarafı var içinde olduğumuz durumun. Bu tabi sadece sosyal politikacılara değil, sanıyorum herkese epeyce karamsar bir bağlam sunuyor. Örneğin aklımda iklim krizi var. Neye doğru gittiğimizi biliyoruz fakat bile bile aynı yönde gitmeye devam ediyoruz.
Diğer yandan ise tam da bu özellikleri nedeniyle bu dönem akademik üretim için verimli bir dönem olmaya da aday. Çünkü kullanması kolayımıza gelen paradigmaların, kuramların, analitik çerçevelerin ve kavramların olmakta olanı anlamamıza yetmediği bir yerdeyiz bugün. Bu da bizleri zorluyor. Hem insanlığın bugüne kadar oluşturduğu düşünsel birikimini yeniden keşfetmeye zorluyor, bizleri klasik metinlere dönmeye itiyor, hem de olanı kavramak için daha çok araştırma yapmaya yönlendiriyor. Bütün bu karmaşa içinde Ayşe Hoca’nın sözünü ettiği ortak sosyal politika kavrayışımız araştırma gündemimize ve akademik üretimimize rehberlik yapıyor diye düşünüyorum. Eşitlikçi ve kapsayıcı bir toplum olmaktan uzaklaştıkça ne tür sorunlarla karşı karşıya kaldığımızı biliyoruz, dolayısıyla bu iki prensip normatif çerçevemizi oluşturmaya devam ediyor. Fakat belki de karşımızdaki esas zorluk bu karmaşa içinde eşitlikçiliğin ve kapsayıcılığın nasıl temellendirilebileceği ve ne tür araçlarla hayata geçirilebileceği üzerine düşünmek. Bu da kolay iş değil.
Gelir dağılımındaki uçurum giderek artıyor
Türkiye bugün yoksulluk nedenli intiharların yaşandığı, genç işsizliğin çok yüksek oranlarda seyrettiği, gelir eşitsizliğinin giderek tırmandığı bir noktaya geldi. Sizce uygulanagelen sosyal politikalar mevcut gidişatı olumluya çevirmek konusunda yeterli mi; bu tür sosyal sorunlarla nasıl bir sosyal politika bakışıyla mücadele edilmeli?
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yeni yayınladığı Kasım 2019 verilerine göre işsizlik oranı yüzde 13,3, 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı ise yüzde 24,5 civarında. Kadınlar arasında tarım dışı işsizlik oranı yüzde 20’yi aşmış görünüyor. Bütün bu olumsuz göstergeler, bir de kira, gıda ve ısınma gibi temel tüketim alanlarındaki fiyat artışları ile bir arada düşünüldüğünde bugün ülkemizde geçim sıkıntısının ne kadar yakıcı bir gündem olduğunu görmek zor değil. Toplumsal sonuçlarına baktığımızda uygulanan sosyal politikaların mevcut durumda geçim sıkıntısını etkin bir biçimde rahatlatabildiğini söyleyemeyiz. Sorunun yakıcılığını göz önünde bulundurarak bugün kısa vadede atılabilecek bir takım adımları hemen atmak lazım diye düşünüyorum. İlk aklıma gelenler işsizlik sigortasından faydalanma koşullarının esnetilmesi, kamu kolaylıklarında fiyat indirimine gidilmesi ve hak temelli sosyal yardım programlarına erişimin arttırılması.
Bir de orta vadede atmamız gereken adımlar var. Türkiye, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı ülkeleri arasında gelir dağılımındaki uçurumun en yüksek olduğu birkaç ülkeden biri. Bu durum son birkaç senede oluşmuş da değil, uzun yıllardır böyle. Bildiğim kadarıyla gelir dağılımına ilişkin elimizdeki son veri 2018 yılına ait. Bu veriye göre 2017 ve 2018 yılları arasında Türkiye’de en yüksek gelire sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay 0,2 puan artmış ve yüzde 47,6'ya yükselmiş, en düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay ise yine 0,2 puan azalmış ve yüzde 6,1'e düşmüş. Yani zaten yüksek olan gelir dağılımı uçurumu bir de artış eğilimine girmiş.
Burada sorulması önemli olan iki soru olduğunu düşünüyorum. Birincisi, gelir dağılımında adaletsizliğin yüksek olması nasıl bir toplum yapısı ortaya çıkarır? Yani mesele yalnızca yoksulluk meselesi de değil, hep birlikte nasıl bir toplumda yaşayacağımız meselesi. Richard G. Wilkinson ve Kate Pickett’ın gelir dağılımı uçurumunun toplumları nasıl etkilediğine ilişkin değerlendirmelerine yer verdikleri ve Türkçe’ye Su Terazisi: Eşitliğin Artması Toplumları Nasıl Güçlendiriyor? (Özgün adı, The Spirit Level: Why Greater Equality Makes Societies Stronger) başlığıyla tercüme edilen kitapları önemli hususlara dikkat çekiyor. Bu hususların başında, eşitsizliğin yüksek olduğu toplumlarda düşük olanlara oranla ruh sağlığı sorunlarına, obezite ve diğer kronik hastalıklara yakalanma, cezaevine girme, suç işleme olasılığının anlamlı bir biçimde daha yüksek olduğu bulgusu yer alıyor. Wilkinson ve Pickett daha huzurlu ve sağlıklı bir toplumun daha eşitlikçi bir toplum olmaktan geçtiğine vurgu yapıyorlar. Gelir dağılımının daha adil hale gelebilmesi için elimizde farklı politika araçları mevcut: adil vergilendirme, işçi ücretlerinin iyileştirilmesi ve etkin sosyal transferler bunlardan en önemlileri.
Sorulması önemli olan ikinci soru ise şu: Gelir temel haklarımıza erişimde ne ölçüde rol oynuyor? Örneğin barınma hakkı en temel haklarımızdan biri. Bu hakkımızı kullanırken gelir epeyce başat bir rol oynuyor. Böyle bir durumda gelir dağılımındaki eşitsizlik barınma hakkının hayata geçmesinde de eşitsizlik yaratıyor olabilir. Burada kamu otoritelerinin hepimize asgari düzeyde güvenli barınma koşulları oluşturması çok önemli. Yaşadığımız Elazığ depreminin ardından birçok kişi İstanbul’da ve başka şehirlerde depreme dayanıklı konutlara taşınmaya çalışıyor. Fakat birçok kişi de yaşadığı binanın depreme dayanıklı olmadığı bilmesine rağmen maddi olanaksızlık nedeniyle taşınamıyor. Kamu otoritelerinin asgari düzeyde güvenli barınma koşullarını bizlerin gelirlerinden bağımsız bir biçimde sağlayacak adımları atması elzem. Bir de tabi bazı alanlarda gelirin haklara erişimin bir aracı olmaktan tümüyle çıkarılması gerekir. Türkiye’nin bu çerçevede kurumsal kapasitesi de mevcut diye düşünüyorum. Kaliteli bir eğitime ulaşmanın ya da hastalandığında ülkedeki mevcut en iyi koşullarda tedavi olmanın gelirle bir ilgisi olmaması lazım.
Kamuoyunun Sosyal Adalet ve Sosyal Politikalara İlişkin Algısı çalışması tamamlandı
Yakın gelecekte SPF’de geliştirmek istediğiniz araştırma alanları konusunda neler söylemek istersiniz?
Açıkçası SPF ekibi olarak kendi aramızda konuşmaya başladığımızda birkaç ömre yetecek kadar araştırma fikri çıkarabiliyoruz. Fakat tabi mevcut kapasite ile gerçekçi planlar yaparak ilerleyeceğiz. Geçen yıl Ayşe Hoca ile birlikte Türkiye’de Kamuoyunun Sosyal Adalet ve Sosyal Politikalara İlişkin Algısı adlı Türkiye temsili bir kamuoyu anket araştırması gerçekleştirdik. Toplumların sosyal adalet ve sosyal politika algıları konusu aslında uluslararası literatürde epey incelenmiş bir konu. Fakat Türkiye’de kamuoyunun sosyal adalet ve sosyal politikalara ilişkin kanaatlerini kapsamlı bir şekilde öğrenebileceğimiz araştırma sayısı çok kısıtlı. Bu alanı keşfetmek istedik. Anketin sahası tamamlandı, artık bu yıl analizleri yapacağız.
Ayrıca bu yıl SPF’de sosyal politika alanında kamu özel ortaklıklarına odaklanan çalışmalar gerçekleştireceğiz. Kamu özel ortaklıkları altyapı yatırımları gibi alanlarda geçmişte de kullanılmış yöntemler, fakat sosyal politikanın finansmanında ve hizmet sunumunda kullanılmaya başlanmaları yeni. Bu yeni finansman ve hizmet sunumu yöntemlerini emeklilik, sağlık ve sosyal bakım gibi sosyal politikanın farklı alanlarında nasıl işlediklerini inceleyeceğiz.
Sosyal Politika Forumu hakkında daha fazla bilgi için: https://spf.boun.edu.tr/tr
