Çocuğunu çokdilli yetiştirmek isteyen anne ve babalar ne yapmalı?

Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Belma Haznedar’ın kaleme aldığı ‘’İkidillilik ve Çokdillilik /Erken Çocukluk Döneminde Birden Fazla Dil Öğrenimi’’ (Anı Yayıncılık) başlıklı kitap okurlarla buluştu. Erken çocukluk döneminde birden fazla dil öğreniminin dilbilimsel, bilişsel, nörolojik ve sosyolojik özelliklerini inceleyen bu çalışma, çocuğunu ikidilli veya çokdilli yetiştirmek isteyen anne babalara destek olmak amacıyla hazırlanan önemli bir rehber. Prof. Dr. Belma Haznedar sorularımızı yanıtladı.

Akademik kapsamının yanı sıra gündelik hayattan örneklerle güncel ve zengin bir içerik sunan kitabın yazarı Prof. Dr. Belma Haznedar, ‘’Bugün dünyaya gözünü açan çocukların çoğu, erken çocukluk döneminden itibaren yaşamları boyunca birden fazla dile maruz kalmakta ve bu dilleri gündelik yaşamlarında etkin bir biçimde kullanmakta. Bunun bireysel olduğu kadar, ekonomik, pedagojik, sosyal ve siyasal pek çok boyutu söz konusu. Kitabımın amacı, birden fazla dil konuşan çocukların dil gelişimini incelemek ve bu sayede hem eğitim fakültelerinde öğrenim gören öğretmen adaylarının akademik donanımına destek olmak, hem de çocuklarına anadili dışında bir dil kazandırmak isteyen anne babaların ve öğretmenlerin sorularına cevap bulmak’’ diyor. Prof. Dr. Belma Haznedar sorularımızı yanıtladı.

‘’İkidillilik ve Çokdillilik /Erken Çocukluk Döneminde Birden Fazla Dil Öğrenimi’’ başlıklı kitabınız kısa süre önce yayınlandı. Öncelikle, bu çalışma nasıl gündeme geldi?

20 yılı aşkın süredir aynı beyinde birden fazla dil sistemine sahip olan çocuklarla çalışan bir araştırmacı olarak, uzun süredir erken çocukluk döneminde ikidillilik-çokdillilik konulu bir kitap yazmak istiyordum. Yıllar içinde verdiğim sayısız seminerde ve Boğaziçi Üniversitesi’nin düzenlediği Açık Dersler’de, anne babalar  ‘Bu anlattıklarınızı bir kitapta toplayamaz mısınız?’ diye sorduklarında, ‘Evet, bir gün yazacağım.’ demiştim.

Beni bu kitabı yazmaya teşvik eden güç, ülkemizde son yıllarda giderek daha çok ilgi görmeye başlayan ikidillilik-çokdillilik alanına, Türkçe bir eser kazandırmanın yanı sıra, yıllar boyu anne babaların ilginç, ısrarlı ve endişeli sorularına yanıt verebilme çabası oldu.

Kitapta hangi konular ön plana çıkıyor, kitabı okuyanlar neler bulacaklar, ana hatlarıyla anlatabilir misiniz?

Kitap yedi bölümden oluşuyor. ‘’İkidillilikten ve Çokdillilikten ne Anlıyoruz?’’ başlıklı ilk bölümde ikidilliliğin ve çokdilliğin dünya genelinde ne kadar yaygın bir olgu olduğunu ve tek bir coğrafya ile sınırlandırılamayacağını anlatıyorum. Ayrıca tek tür ikidillilik yok, aynı ülke içinde birden fazla ikidillilik aynı anda yaşanabiliyor. ‘’Çocukta Anadil Edinimi’’ başlıklı ikinci bölümde ise anadil öğreniminin temel özelliklerini ele alıyorum. Anadil edinimi önemli çünkü 70’lerden bu yana ikidillilik veya çokdillilik alanında yapılan çalışmalar anadil çalışmalarıyla el ele gidiyor zira örtüşen ve farklılaşan özellikleriyle anadil edinimi süreçleri ile ikinci veya üçüncü dil edinimi arasında önemli bir ilişki söz konusu.

‘’Erken Çocukluk Döneminde İkidillilik ve Çokdillilik’’ adlı üçüncü bölümde ise, doğumdan itibaren iki farklı dil öğrenen çocuklarla, belli bir yaştan sonra ikinci bir dil öğrenen çocuklar arasındaki dil gelişim evrelerini, diller arası etkileşimi, iki farklı dil sisteminde söz varlığı, ses bilgisi ve cümle yapısı gibi unsurların nasıl ortaya çıktığını inceliyorum. Kitabın dördüncü bölümünde ‘’İki Dilliliğin Bilişsel, Nörolojik ve Sosyal Boyutları’’nı ele alıyorum. Beşinci bölüm ‘’İki Dilde Okuma ve Yazma Becerilerinin Gelişimi’’ne odaklanırken, Altıncı bölümde dünyanın farklı yerlerinde uygulanmakta olan ikidilli ve çokdilli eğitim modelleri zayıf ve güçlü yanlarıyla inceleniyor. Bu bölümde ayrıca göçmen topluluklarda yoğun görülen miras dil konuşucusu çocukların dil gelişiminin özelliklerine ve miras dilin kuşaklar arası aktarımına da yer veriyorum.  Son bölümde ise, uzun yıllardır anne –babalardan gelen sorular üzerinden onlara seslenmek ve endişelerini gidermek amacıyla bazı sorularını yanıtlamaya çalıştım.

İkidillilik ve Çokdillilik kavramları birbirinden farklı mı?

Bu güzel bir soru aslında. Kitapta ikidilli ve çokdilli kişiler herhangi bir toplulukta birden fazla dilde iletişim kurabilen kişiler olarak tanımlanıyor. Bu genel bir tanım. Ancak, kişinin birden fazla dili bilmesi ve doğru zamanda doğru dilde başkalarıyla iletişim kurması, dilbilim açısından olduğu kadar, eğitim, psikoloji ve sosyoloji gibi disiplinleri de içine alan karmaşık bir olgu. 1950’lerden bugüne literatürü taradığımızda birçok çalışmada ağırlıklı olarak ikidillilik teriminin kullanıldığı görülüyor. Ben de tarihsel akışa sadık kalma anlamında ikidillilik kavramını kitapta pek çok yerde kullandım, ancak bu iki terimi birbiri yerine kullanmadığımı özellikle belirtmek istiyorum. İki terim arasında örtüşen birçok özellik olduğu gibi, aralarındaki en temel fark; ikidillilikte önceden öğrenilen bir dil varken, çokdillilikte önceden öğrenilen dil sayısının birden fazla olması.

İkidillilik ile çokdillilik arasındaki bu fark, özellikle diller arası etkileşim sırasında hangi dilin diğerini nasıl etkilediği konusunda yoğun tartışmalara ve farklı kuramsal modellerin ortaya çıkmasına neden olan bir konu. Kimi zaman anadil ikinci veya üçüncü dili etkilerken, kimi zaman ise ikinci dilden üçüncü dile veya tersi yönde aktarımlar olabiliyor. Bu anlamda iki terimin birbiri yerine kullanılması kuramsal olarak da doğru değil. Kitabımda da değindiğim gibi, ikidillilik ve çokdillilik arasındaki farklar, diller arası etkileşimin yanı sıra, dil farkındalığı ve çokdilli kişilerin kullandığı stratejilerin yeni öğrenilen dile etkileri gibi konularda özel önem arz ediyor. Bu nedenle, çokdilli kişilerin öğrenme süreçlerinin ikidillilerle tamamen aynı olduğunu düşünmemek gerekir.

Dil öğrenimi için ideal yaş ne?

Dil öğrenimine erken yaşta başlamak gerektiğine dair çok genel bir kanı mevcut. Bu doğru mu? Beynimiz dil öğrenme becerisi açısından erken çocukluk döneminde daha gelişmiş özelliklere sahip diyebilir miyiz?

Beynimiz erken çocukluk döneminde daha gelişmiş özelliklere sahiptir demek çok doğru değil. Ancak ikidillilik veya çokdilliliğin nörolojik anlamda beyin yapısını değiştirdiği bir gerçek. Tıpkı bir müzisyenin beyin yapısının, bir mimarın beyin yapısından farklı olması gibi, iki veya çokdilli bir kişinin beyin yapısı tekdilli birinin beyin yapısından farklı. Yaptığımız her şey beynin yapısını etkiliyor ve beynimiz buna göre şekil alıyor. Bu anlamda bazı araştırmacılara göre, birden fazla dil bilmek, beyin için daha karmaşık ve yoğun bir egzersiz sağlayabiliyor.

Erken yaşta dil öğrenimine başlamak birçok açıdan avantaj sağlayabilir. Bu görüş aslında 16. yüzyılda Montaigne’nin Latincenin erken çocukluk döneminde öğrenilmesini önermesine kadar giden bir geçmişe sahip. Burada ana fikir, belli bir yaştan sonra dil öğreniminin zor olduğuna ve erken çocukluk döneminde çocuğun adeta bir süngerin suyu çekmesi gibi bir veya birkaç dili öğrenebildiği, ilerleyen yaşlarda ise, bu sünger gibi çekme becerisini kaybettiği görüşüne dayanıyor. Ancak bu konuda araştırmacılar arasında ciddi görüş ayrılıkları var. Bir grup araştırmacı için, dil öğreniminde ‘kritik’ bir yaş/dönem varsa bile, bu dönem hemen erken çocuklukta sona ermiyor.. Bir diğer grup araştırmacıya göre ise, dile erken yaşta başlamaktan çok, bol pratik yapmak veya anadil ile ikinci dilin işlemleme süreçlerindeki benzerlik yeni bir dilin öğrenimini olumlu etkileyebiliyor. Öte yandan, bu farklı görüşlere rağmen, dil öğrenme becerilerinde yaşa bağlı bir gerilemenin olduğunu vurgulayan ve erken yaşın önemi konusunda birleşen çok sayıda çalışma da var.

Nitekim, erken yaşta uygun koşullar sağlandığında, bir dilin sesbilgisel özelliklerini öğrenmek daha kolay gerçekleşebilir. Belli bir yaştan sonra bu konuda belli sınırlılıklar yaşanabiliyor. Özellikle yetişkin yaşlarda yeni öğrenmekte olduğunuz bir dildeki birtakım sesleri o dili anadili olarak konuşanlar gibi sesletemeyebilirsiniz. Ancak, bu büyük resmin sadece bir kısmı bana göre. Özellikle küreselleşen dünyamızda İngilizce gibi ortak bir dili konuşan milyarlarca insan düşünüldüğünde, bir dildeki bazı seslerin telaffuzunda yaşanan sorunlar artık eskisi kadar gündem oluşturmuyor.

Ayrıca, benim sıkça vurguladığım bir nokta var; dil öğrenimi zaman alır. Bugünden yarına kısa sürede gerçekleşmez. Temel iletişim becerilerinin ötesinde bir dili akademik anlamda öğrenmek için 5-7 yıl gibi bir süreye ihtiyaç var. Haliyle bu zaman alıcı bir süreç. Bu anlamda ne kadar erken başlar ve bunu ne kadar iyi yaparsanız, daha iyi sonuçlar almanız mümkün olacaktır. Bence bu ülkemizin kanayan yarası olan yabancı dil öğretiminin üniversite yıllarına kadar sarkmasını da engelleyecektir. Tabii burada çocuklara ikinci/yabancı bir dili nasıl öğrettiğiniz de çok önemlidir.

Yaş faktörü kadar öğrenme ortamı da önemli

Bu da bizi eğitim boyutuna getiriyor, okul ortamında ikinci dil eğitimine…Kitapta ayrıntılı bir biçimde anlattığım gibi, anadil öğreniminin aksine ikinci bir dilin sınıf ortamında öğretildiği durumlarda dilin kişisel yaşam elementlerinden büyük ölçüde yoksun kaldığını görüyoruz. Yoğun yabancı dil eğitiminin yapıldığı okullarımız olmakla birlikte, bu ülkemizdeki eğitim programlarının genel normunu oluşturmuyor. Bu konuda bize benzeyen çok sayıda ülke var ama ülkelerin sunduğu koşullar da çok farklı. Son dönem yapılan kimi çalışmalarda erken çocukluk yerine sonraki yıllarda başlanan dil öğreniminin daha iyi sonuçlar verdiğini öne süren bulgular var. Örneğin, İspanya’da yapılan bazı çalışmalarda 11 yaşında ikinci dil öğrenimine başlayan çocukların, 8 yaşında başlayan çocuklardan daha iyi performans gösterdiği görülmüş. İsviçre’de 5 yıl süren bir başka çalışma da ilginç sonuçlar sunuyor. İsviçre, 26 kantonunda ağırlıklı olarak Almanca ve Fransızcanın konuşulduğu ve hemen herkesin en az ikidilli olduğu bir ülke.  İngilizce öğrenimine 8 yaşında başlayan ikidilli çocuklar ile 13 yaşında başlayan 600’ü aşkın ikidilli çocuğun karşılaştırıldığı bir çalışma kapsamında, dile erken başlamanın her iki dilinde okuryazar olan ve aile desteği alan çocuklarda etkili olduğu ve bu çocukların daha başarılı olduğu görülmüş.

Bu sonuçlar, tek başına yaşın değil, çocuğun içinde yaşadığı öğrenme ortamının, evde kaç kitap okunduğunun, ailenin sunduğu olanakların önemine yapılan vurgu bakımından önemli. Örneğin, evinde kitaplarla büyüyen bir çocuğun hem konuştuğu dillerde söz varlığı bilgisinin hem de ifade dilinin çok daha zengin olduğu görülüyor.

Evde konuşulan dilin okulda desteklenmesi neden önemli?

Sosyal ve kültürel ortam, vurguladığınız gibi çok önemli. Peki, ev ve okul birbirini nasıl tamamlayabilir bu açıdan?

Çocuğun evde konuştuğu dilin içinde yaşadığı toplumda ve okul ortamında ne kadar desteklendiği de çok önemli. Bazı derslerin ana dilde yapıldığı okul sistemleri mevcut ama dünya geneline baktığımızda bu konuda verilen desteğin yeterli olmadığını görüyoruz. Uygun koşullar sağlandığında, arttırıcı ikidillilik ortamlarında akademik anlamda olumlu sonuçlar mevcut, ancak gerçek dünyada ne olduğunu sorguladığımızda epeyce karamsar bir tablo var önümüzde. Bu anlamda okul sistemi aslında sosyo-ekonomik eşitsizlikleri dengeleyen bir unsur olması gerekirken, maalesef son yıllarda bu denge giderek daha da bozuluyor.

Çocuğun evde konuştuğu dil çoğu zaman okul sisteminde desteklenmediği ve çocuk akademik başarı veya alan testlerinde zayıf olduğu dilde test edildiği için, tekdilli çocuklar ikidilli çocuklardan daha başarılıymış gibi görünüyor.  Özellikle göçmen çocuklarla yapılan birçok eski çalışmada bu metodolojik yanlışı görüyoruz. Zira ikidilli çocuklar çoğunlukla göçmen ailelerin, alt sosyal tabakalardan gelen ailelerin çocukları. Dolayısıyla akademik başarı veya başarısızlık çoğu zaman sistemin sunduğu olanaklar veya sınırlarla ilgili, doğrudan ikidilliğin veya çokdilliliğin doğasıyla değil!

Miras dil yeterince desteklenmiyor

Değindiğiniz üzere, önemli sayıda göçmen nüfusa ev sahipliği yapan Türkiye gibi toplumlarda evde kullanılan dilin okul ortamında desteklenmesi çocuğun sosyal gelişimi açısından nasıl bir önem taşımakta?

Öncelikle göçmen gruplarda yaşanan ikidillilik için miras dil kavramını kullanıyoruz. Miras dil, göçmenlerin, azınlık grupların çoğunlukla evde kullandıkları dile karşılık geliyor. Örneğin son 10 yıldan beri ülkemizde yaşayan ve birçoğu geçici koruma altındaki Suriyeli ailelerin evde çocuklarıyla kullandığı dil Arapça, okulda kullanılan dil ise Türkçe. Müfredat incelendiğinde, ülkemiz de dahil olmak üzere, dünyanın pek çok ülkesinde miras diller göz ardı edilmekte. Türkiye’de şu an yapılan çalışmalar da sınırlı. Yapılan saha çalışmalarında (Denizli ve Kilis gibi), çocukların kendilerini ifade etme veya okuryazarlık becerilerinin- özellikle belli bir yaştan sonra gelen çocuklarda- son derece yetersiz olduğu görülüyor.

Oysa, miras dilin okul ortamında ve toplumda desteklenmesinin çocuğun sadece sosyal gelişimi ve sosyalleşme becerileri değil, akademik başarısı ve kültürel kimliğinin oluşumunu da destekleyici bir yönü var.

Yabancı dil öğreniminde merak edilenler

Kitabınızda, anne ve babalardan gelen pek çok soruya yanıt veriyor ve endişelerini gidermek adına önemli bir rehberlik yapıyorsunuz. Size en çok yöneltilen sorular neler?

Anne ve babaları birkaç grupta ele alabilirim. Bir grup ebeveyn ‘’Çocuğumu nasıl ikidilli yetiştirebilirim ?’’ sorusu ile geliyor. Burada ikidillilikten  kasıt ‘’İngilizceyi çocuğuma erken yaşta nasıl öğretebilirim’’ sorusu aslında. Bir diğer grup ise, çocuğuyla doğumundan itibaren yabancı dilde (çoğunlukla İngilizce diyebilirim) konuşan ebeveyn grubu. Ayrıca, ‘’İki dile maruz kalmak çocuğumun kafasını karıştırır mı? İkidillilik çocuğumun zekâsını köreltir mi? Veya İkidillilik çocuğumu daha zeki mi yapar?’’ gibi sorular alıyorum. Tüm bu sorulara kitapta yer vermeye çalıştım.

Öncelikle şunu belirteyim lütfen; İki dile birden aynı anda maruz kalan eşzamanlı çocuklar düşündüğümüzden çok daha erken bir dönemde anne veya babanın hangi dilde konuştuğunu ayırt edebiliyor. Anne ile daha çok annenin dilinde, baba ile daha çok babanın dilinde konuşabiliyor. Bu durum, genellikle çok erken bir dönemde, çocuk 2-2,5 yaşlarında iken ortaya çıkıyor. Ben de eşzamanlı ikidilli çocuklarla yaptığım araştırmalarım için veri toplarken bu gibi örneklerle sık karşılaşmıştım. Dolayısıyla, çocuklar bu kadar erken bir evrede farklı dilleri ayırt edebiliyor. Ben bu ailelere şunu söylüyorum; ‘’Sizler gibi dil öğrenimi konusunda farkındalığı bu kadar yüksek olan ailelerde çocuğunuzun ileri vadede tekdilli kalması zaten mümkün değil. Çocuğunuzla iletişim kurarken, kendinizi hangi dilde rahat hissediyorsanız o dilde konuşun. Çocuğunuz zaten bunu fark eder ve bilir’.

Ayrıca şöyle sorular da geliyor; ‘’Çocuğum iki yaşında ve bakıcısı Filipinli, ama bakıcının İngilizcesini yeterli görmüyoruz, bakıcıyı İngilizce kursuna yollayalım mı?’’. Öncelikle, Filipinler çok dilli bir toplum ve İngilizce sokaktaki hemen herkesin konuştuğu bir dil. Hatta Filipino English dediğimiz bir tür var. Dolayısıyla, siz o kişiyi İngilizce kursuna gönderemezsiniz çünkü bakıcınız o dilde zaten yetkin biri.

Normal gelişim gösteren her çocuk kaç dile maruz kalırsa o kadar dili öğrenme kapasitesine sahiptir. Beyin çocuğun öğreneceği dillerin sayısını sınırlamaz. Ancak doğumundan itibaren anadili olmadığı halde çocuğuyla sadece İngilizce konuşan bir anne veya baba,  çocuğun Türkçesini ihmal ederse bu kez çocuk, oyun grubuna veya kreşe başladığında diğer çocuklarla Türkçe iletişim kurarken sorun yaşayacaktır. İyisi mi Türkçesini de ihmal etmeyin lütfen diyorum!.

Bir seminerde bana yöneltilen sorulardan biri de şuydu; Anne İtalyan, baba Türk ve kendi aralarında İngilizce konuşuyorlar. Çocuk üç dile birden maruz kalıyor. Babaanne ise torununun Türkçe konusunda sıkıntı yaşayıp yaşamayacağını merak ediyordu.  Anne ve baba kendi dillerini düzenli kullandığında, o çocuğun her iki dili de öğrenme kapasitesi var, ancak içinde yaşanılan koşullara bağlı olarak dillerden biri, baskın dil haline gelecektir. Özellikle çocuk okula başladığında hangi dilde eğitim alacaksa, eğitim dili bunda çok etkili olacaktır…

Çocukla geçirilen zaman, o süreçte dil/dillere ne kadar maruz kalındığı, dili kullanma ortamlarının yoğunluğu ve zenginliği çocuğun edineceği dil düzeyini belirliyor. Bir de ikidilli veya çokdilli bireylerin bütün dil bileşenlerini eşit biçimde, aynı yetkinlikte kullandığını düşünmemek gerek. İki veya çokdilli kişiler bildikleri dilleri günlük yaşamlarında farklı amaçlarla, farklı kişilerle, farklı konularda ve farklı dil becerileriyle kullanabilen kişilerdir. Bu açıdan dengeli ikidillilik veya çokdillilik dünya genelinde de oldukça sınırlı bir durum.

Ailelerin, özellikle yurtdışında yaşayan ailelerin sorduğu sorulardan biri de ‘’’İki dile maruz kalmak çocuğumun kafasını karıştırır mı?’’ sorusudur. Bu sorunun cevabı, HAYIR! Kimi zaman çocuğun her iki dilden kelimeleri aynı cümlede kullanmasını, anne ve babalar kafa karışıklığı olarak algılayabiliyor. Örneğin, ‘’Çocuğum Türkçe konuşurken, arada Almanca kelimeler, Almanca konuşurken Türkçe kelimeler kullanıyor. Çocuğum yarı dilli mi?’’ diye soranlar oluyor. Onlara ‘’HAYIR! Çocuğunuz yarı dilli değil. İkidilli çocuklar kolaylıkla bir dilden diğerine geçebilir. Bir dili kullanırken, diğer dilden kelimeler kullanabilir. MERAK ETMEYİN! Çocuğunuz bunu sadece Almanca ve Türkçe bilen ikidilli kişilerle yapar. Tek dilli kişilerle konuşurken, yapmaz! Bu ikidilli çocukların bir özelliğidir ve ikidilli çocuklar, nerede, kiminle, hangi dili, neden kullanacağını bilir’’ diyorum.

Share