Türkiye’nin ‘’deprem hafızası’’ Kandilli’den bilim insanlarıyla ülkemizdeki deprem gerçeği

Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Haluk Özener, Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Ali Pınar ve Bölgesel Deprem ve Tsunami İzleme Merkezi Müdürü Dr. Doğan Kalafat geçtiğimiz Ocak ayından başlayarak, Elazığ ve Malatya’da meydana gelen ve artçıları devam eden depremler başta olmak üzere, Doğu’dan Batı’ya ülkemizde son günlerde meydana gelen depremleri değerlendirdi. 1-7 Mart Deprem Haftası nedeniyle görüşlerini paylaşan bilim insanları, Türkiye'nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğinin altını bir kez daha çizdi.

Son 120 yılda 6,5 yılda bir 7 ve üzerinde büyük depremler yaşadık

Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Haluk Özener, Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nün 1894’de gerçekleşen büyük İstanbul depreminden bu yana coğrafyamızdaki depremleri takip ettiğini ve bu anlamda bir hafıza merkezi olduğunu kaydetti. Özener, Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunun bilimsel verilerle ortaya konulduğunu hatırlatarak 1900-2019 tarihlerini kapsayan dönemde Kandilli Rasathanesi verilerine göre ortalama 6,5 yılda bir büyüklüğü 7,0 -7,9 aralığında olan bir deprem meydana geldiğini aktardı. Özener, ülkemizde 18 ayda bir 6,0-6,9 büyüklüğünde bir deprem meydana geldiğini ve 1900 yılından beri toplam 81 depremin olduğunu belirtti.

Haluk Özener, toplam 1079 GPS ölçüm istasyonundan alınan verilerle Ülkemizde bulunan faylarda biriken enerjinin takip edildiğini ve bu biriken enerjinin ne büyüklükte bir depreme yol açacağının hesaplanabildiğini, ancak bu depremin ne zaman olacağını bilmenin mümkün olmadığını kaydetti.

Prof. Dr. Özener şöyle devam etti: ‘’Ülkemiz bir deprem ülkesi. Depremin ne zaman olacağından çok deprem zararlarının azaltılması çalışmalarına odaklanmamız şart. Her zaman kötümser senaryolar olabilir. Bilim doğruyu arama yöntemidir. Yapılan çalışmalar da gösteriyor ki; Marmara’da olması beklenen depremin büyüklüğünün 7’nin üzerinde olma ihtimali söz konusu; ancak, depremin büyüklüğünün vatandaşlar karşısında tartışılmasının bir fayda getirmesi beklenemez. Bu bilimin ve bilim insanlarının tartışma konusu olmalıdır. Biz depremin 7’nin üzerinde olacağı gerçeğini kabullenerek buna göre hazırlıklı olmalıyız’’. Prof. Dr. Özener yedi ve üzerinde bir depremin zararlarının azaltılması için öncelikle yapılması gerekenler arasında yaşadığımız binaların bu büyüklükte bir depreme dayanıklı olup olmadığının tespit edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Marmara Denizi’nde beş yıl süren Türk-Japon ortak projesi kapsamında Marmara Denizi tabanında sismometre ve ekstensometre cihazlarıyla deniz tabanını ve Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın Marmara denizindeki uzantıları olan fay segmentlerini incelediklerini de aktaran Prof. Özener, her fay segmentinin farklı davranış gösterebildiği ve sismik enerjiyi farklı şekillerde biriktirdiği bilgisini verdi. Haluk Özener, ‘’Marmara’da biriken enerjiyi gözlemliyoruz. Burada 7’nin üzerinde,  bir deprem olması muhtemel ancak Marmara denizindeki fayın birkaç segmentten oluştuğunu ve bu segmentlerin bir kerede kırılmasıyla açığa çıkacak enerji ile her segmentin ayrı bir depremde kırılmasıyla meydana gelecek depremlerin büyüklüğü haliyle farklı olacaktır.  Bununla birlikte, tarihte hiçbir dönem fayın bir defada kırılması söz konusu olmamıştır’’ dedi.

Marmara Denizi gözlemlerinden yeni veriler alınacak

Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Ali Pınar ise Marmara Denizi’nde batı segmentinde ve Çınarcık’ta deprem etkinliğinin nispeten yüksek olduğunu, Marmara Denizinin orta segmentinde ise daha az sayıda deprem meydana geldiğini belirtti. Bunun nedenlerinden biri fayın tamamen kilitli olup enerjiyi biriktirmesi olabileceği gibi; sismik enerjinin deprem üretecek boyutta olmaması ve sismik enerjini akıp gitmesinin de mümkün olduğunu belirten Ali Pınar, bu ikilemin çözülmesi için gözlemlerin devam ettiği ve bahar aylarında gözlemlerin tamamlanacağını ve Marmara’dan yeni veriler alınacağını sözlerine ekledi.  

Marmara Bölgesi’nin yanı sıra ülkemizde deprem tehlikesi olan bölgelerin başında Ege bölgesinin geldiğini ekleyen Ali Pınar şu değerlendirmeleri yaptı: ‘’Ege Açılma Rejimi olarak adlandırdığımız bölgede de İzmir ve Manisa başta olmak üzere çok sayıda irili ufaklı fay mevcut. Manisa’da son aylarda gözlemlenen depremler bunun bir yansımasıdır. Bugüne kadarki süreçte 4918 deprem kaydedildi. Maden Tetkik Arama Enstitüsü’nün mevcut diri fay haritası incelendiğinde bazı fayların haritada henüz işaret edilmemiş olduğunu görüyoruz. Manisa ve civarında süren depremlerin dağılımına bakıldığında bunların meydana geldiği alanda MTA diri fay haritasında fay olmadığı görülmektedir. Öte yandan Batı Anadolu bölgesinde sık sık deprem etkinliği gözlemlenirrken İç Anadolu’da sismik enerjinin daha yavaş biriktiğini ve bu bölgelerde kayda değer depremleri nadiren görüyoruz. Ancak bu durumun, İç Anadolu’da büyük bir depremin hiçbir zaman olmayacağı anlamına gelmemektedir. Kuzey Anadolu fay hattında veya Güneybatı Anadolu’da yılda 25-30 mm yer değiştirme gözlemlenirken İç Anadolu fay hatlarında bu değerler 1-2 mm mertebesine kadar düşmektedir’’.

Deprem dizileri ve deprem fırtınaları nedir, nasıl oluşur?

Bölgesel Deprem ve Tsunami İzleme Merkezi Müdürü Dr. Doğan Kalafat ise Elazığ ve Manisa depremleri hakkında değerlendirmelerde bulundu. Kalafat, 24 Ocak’ta yaşanan Elazığ depreminin önemli bir deprem olduğunu ve 40 kilometrelik bir alanı kırdığını belirterek artçıların sıklıkları ve büyüklüklerinin zamanla azalacağını söyledi.

Doğan Kalafat, Akhisar-Manisa depremlerine dair değerlendirmesinde ise şu bilgileri verdi: ‘’Batı Anadolu'da çok fazla çöküntü havzası diye tabir ettiğimiz grabenler, yani genç havzalar var. Bu genç havzalar tamamen aktif (diri) genç faylar tarafından denetlenmekte ve bu havzaların tektonik evrimi günümüzde de devam etmektedir’’.  Kalafat, Manisa'da yaşanan depremlerin bölgenin deprem oluş düzeni içerisinde yorumlanması gerektiğini ifade etti. Özellikle Akhisar-Manisa ve yakın çevresinde deprem oluş düzeninin genel olarak “Deprem Dizileri (Serileri) şeklinde olduğunu belirten Kalafat, saptamalarını şöyle sürdürdü:

‘’Deprem dizileri özellikle İkincil Aktif Tali Fay zonlarında görülen bir deprem oluş düzenidir. Bu tür ikincil fay zonlarında genelde 4-6 fay parçası bulunmaktadır. Ve zaman içerisinde bu fay parçalarının miktarı ve uzunluklarına bağlı olarak ard arda yoğun deprem etkinlikleri meydana gelir. Kırılan bir parça sonrası o depreme ait artçılar meydana gelirken, kırılan parçanın komşu parçaya gerilme yüklemesinden dolayı diğer parça kırılır ve ard arda diğer parçalar kırılarak bölgede seri depremler meydana gelir. Akhisar'daki fay zonu’nun içinde birçok kırık parçası olup bu parçalar, boyuna ve miktarına bağlı olarak deprem üretirler ve her bir deprem fırtınası aslında kendi içerisinde artçılarını da üretir. Dolayısıyla her bir ana şoktan sonra artçılar olurken, artçılar bitmeden diğer bir parça kırılır ve onun artçıları devam eder. Bu tür yapılarda kaç tane parça varsa her biri birbirini tetikleyerek kırılır, bu birkaç ay, bazen aylarca da devam edebilir.

Deprem dizileri içinde deprem fırtınaları barındıran deprem oluş düzenidir ve genelde Batı Anadolu’da görülen bir deprem oluş düzenidir. Deprem dizilerinde kırılan parçalar ortalama büyüklükleri M=4,7-5,7 arasında depremler üretebilirler’’.

 

Share